Yine yeniden........
2012 yılında İznik Ultramaratonu' nu tamamladığım gün , bu mesafeyi koşmanın çok zorlayıcı olduğunu, ancak yine de bir daha vazgeçemeyeceğimi anlamıştım. Bu illet bir kez kanıma girmişti. İçimde atomlara ayrılmış milyonlarca ultra vardı ve ben onlarla baş etmek durumundaydım.
Başıboş gezen bu ultraları organize edip, hemen ertesi gün 2013 yarışına daha iyi hazırlık yapmak için kolları sıvadım ve kabaca bir çalışma planı yaptım. Yarıştan bir ay sonra parkuru bir hayli zor olan Çayırova yarımaratonunu çok rahat ve iyi bir sürede koşmam keyfimi yerine getirdi. Tamam bu kez farklı olacak, giderek güçleniyorum galiba diyerek umutlandım. Ancak yaz aylarında işle ilgili şehirdışı uzun süreli görevlendirmelerim konsantrasyonumu bozmaya başladı. Sonbaharda ise Somali'ye gidişimden sonra burada 2 ay boyunca konakladığımız evin 10m x 10 m lik terasında 35 C güneşin altında ve yüksek nemde koşmaya çalışmak ancak vicdanımı rahatlatıyordu. Bu küçük terasta dolap beygiri gibi koşmaya çalışmak, ip atlamak, plates bantları vs yaptıklarımın hiçbirinin antrenman olarak değeri yoktu biliyordum. Ancak silah seslerinin altında ve bir yığın korumanın meraklı bakışları arasında yapabileceğim fazla bir şey yoktu. Üstelik tropikal bölgenin sıcağı tüm metabolizmamı bozmuştu. Kasım 2012 de geri döndüğümde ise ,çok çabalamama rağmen vücudumu bir türlü koşmaya ikna edemedim. Ultralarım bozguna uğramış gibiydi. Başa dönmüştüm ve bedenim ısrarla uzun mesafeleri reddediyordu. Yarışa hazırlanamayacağım korkusu sarmaya başladı. 2012'de yarışı 97K'da de neredeyse bırakıyordum. O nasıl bir mental savaştı öyle.Ilıca istasyonunda tam 2 saat beklemiş ve ondan sonra devam etme kararı almıştım. Bu yıl ne yapıp etmeli, ikmal noktalarında zaman kaybetmeden devam etmeyi başarmalıydım. En zor olanı, durduktan sonra ilk adımı atmaktı, gerisi kolay biliyordum.
Başıboş gezen bu ultraları organize edip, hemen ertesi gün 2013 yarışına daha iyi hazırlık yapmak için kolları sıvadım ve kabaca bir çalışma planı yaptım. Yarıştan bir ay sonra parkuru bir hayli zor olan Çayırova yarımaratonunu çok rahat ve iyi bir sürede koşmam keyfimi yerine getirdi. Tamam bu kez farklı olacak, giderek güçleniyorum galiba diyerek umutlandım. Ancak yaz aylarında işle ilgili şehirdışı uzun süreli görevlendirmelerim konsantrasyonumu bozmaya başladı. Sonbaharda ise Somali'ye gidişimden sonra burada 2 ay boyunca konakladığımız evin 10m x 10 m lik terasında 35 C güneşin altında ve yüksek nemde koşmaya çalışmak ancak vicdanımı rahatlatıyordu. Bu küçük terasta dolap beygiri gibi koşmaya çalışmak, ip atlamak, plates bantları vs yaptıklarımın hiçbirinin antrenman olarak değeri yoktu biliyordum. Ancak silah seslerinin altında ve bir yığın korumanın meraklı bakışları arasında yapabileceğim fazla bir şey yoktu. Üstelik tropikal bölgenin sıcağı tüm metabolizmamı bozmuştu. Kasım 2012 de geri döndüğümde ise ,çok çabalamama rağmen vücudumu bir türlü koşmaya ikna edemedim. Ultralarım bozguna uğramış gibiydi. Başa dönmüştüm ve bedenim ısrarla uzun mesafeleri reddediyordu. Yarışa hazırlanamayacağım korkusu sarmaya başladı. 2012'de yarışı 97K'da de neredeyse bırakıyordum. O nasıl bir mental savaştı öyle.Ilıca istasyonunda tam 2 saat beklemiş ve ondan sonra devam etme kararı almıştım. Bu yıl ne yapıp etmeli, ikmal noktalarında zaman kaybetmeden devam etmeyi başarmalıydım. En zor olanı, durduktan sonra ilk adımı atmaktı, gerisi kolay biliyordum.
Yarış Öncesi hazırlıklar
Yarış zamanı yaklaştıkça heyecanım ve korkum giderek artıyordu. Nette yapılan yorumlar ve paylaşımlar heyecanımı katlıyordu. Bu arada huzursuz olduğum en önemli nokta ayakkabı seçimiydi. Aylarca birçok makaleyi ve kullanıcı yorumunu okuyup aldığım 3 çift farklı marka ve model ayakkabıyı denedim ancak ayağım hiçbirinde rahat edemedi. Sanırım bunun en büyük nedeni, daha önce geçirdiğim diz sakatlığımın uzun tedavi sürecinde, tekrarlama korkusu ile geliştirdiğim "garip" koşu stilimdi. Overpronator desen değil, neutral desen hiç değil.Bu nasıl bir ayak basışıdır yahu?Yarışlarda çekilmiş bana ait yüzlerce fotoğrafı tek tek inceleyerek ve videoları saniye saniye izleyerek geliştirdiğim bu "garip"koşu ( bir nevi Hülya Koçyiğit) stilime en uygun ayakkabıya karar vermek zorundaydım. Yavaş koşan ancak dayanıklı bir koşucuydum. Bozuk zeminlere kolay uyum sağlıyordum ve stabilite problemim pek yoktu. Herkesin zorlandığı iniş parkurlarında zaman kaybetmiyordum. O halde ayakkabının tabanı, trail zeminde koşsam bile, çok sert olmasa da olurdu. Minimalist bir ayakkabı ile 130K koşma fikri çok doğru gelmese de, mutlaka hafif bir ayakkabıya geçmeliydim, zira stabil ama ağır olan diğer ayakkabılarım 30K dan daha uzun koşularda beni mutsuz ediyordu. Diğer yandan, doğru seçilmemiş bir ayakkabı yine sakatlanmama neden olacaktı. Böyle düşünürken nihayet kendim için en doğru ayakkabıyı buldum. Henüz ülkemizde satışı yapılmayan Saucony Virrata'yi pek bir sevdim.
Pratik bir çözüm bulup ayakkabıyı biraz modifiye ettim. İçine ikinci bir tabanlık( eski salomon XA Pro tabanlığı) yerleştirerek nihayi tercihimi yapmış oldum. Tek kaygım havanın yine geçen yılki gibi yağışlı olup , iki tabanlığın ayakkabı içinde kayarak beni rahatsız etme olasılığıydı. Yarıştan bir hafta önce koştuğum Bursa Osmangazi koşusunda 15K da herhangi bir sorunla karşılaşmamış olmam iyiye işaretti.
Pratik bir çözüm bulup ayakkabıyı biraz modifiye ettim. İçine ikinci bir tabanlık( eski salomon XA Pro tabanlığı) yerleştirerek nihayi tercihimi yapmış oldum. Tek kaygım havanın yine geçen yılki gibi yağışlı olup , iki tabanlığın ayakkabı içinde kayarak beni rahatsız etme olasılığıydı. Yarıştan bir hafta önce koştuğum Bursa Osmangazi koşusunda 15K da herhangi bir sorunla karşılaşmamış olmam iyiye işaretti.
Sıra destek noktaları için hazırlayacağım eşyalardaydı. Bu yıl destekçi arkadaşlarımı daha az yorma niyetinde olduğum için 42-60-97 Km noktaları için üç ayrı çanta hazırlayıp üzerlerini etiketledim. Her çantada yedek ayakkabı, kıyafet ve bir sonraki noktaya kadar taşıyacağım yiyecekler vardı.
Son adım ise rota üzerinde çalışmak oldu. 2012 yarışında koştuğum yarışın tüm ara geçiş zamanlarını tek tek inceleyerek yaptığım hataları ve istasyonlarda kaybettiğim zamanları değerlendirerek , yeni bir çizelge hazırladım. Bu yıl hedeflediğim 20 saatlik koşu için her istasyondan en geç ayrılmam gereken saatleri yazıp işaretledim. Parkuru tanıyor olmak ve yavaşlayıp hızlanabileceğim yerleri tahmin etmek işimi kolaylaştırdı.
Yarışa bir gün kala herşey hazırdı. Ama ben hazır mıydım emin değilim. Dersine çalışmadan sınava giren öğrenciler gibi hissediyordum hala. Bence böylesi bir yarışa hiçbir zaman tam hazır hissedilmez ve bahaneler hiç bitmez.
Yarışa bir gün kala herşey hazırdı. Ama ben hazır mıydım emin değilim. Dersine çalışmadan sınava giren öğrenciler gibi hissediyordum hala. Bence böylesi bir yarışa hiçbir zaman tam hazır hissedilmez ve bahaneler hiç bitmez.
Yarışa bir kala medya ile randevu
Yarıştan iki gün önce , Yalova Üniversitesi'nde panelist olarak katıldığım bir çalışmanın hazırlıkları devam ederken , yerel medyadan bir gazeteci arkadaş yanıma gelerek acele ile fotoğrafımı çekip yarışla ilgili küçük bir yazı hazırlamak istediği söyledi. Kırmayıp kabul ettim. Asıl Bursa bölgesi gazetecilerinin yarışı takip edeceğinden, onların daha ayrıntılı yazacağını düşünerek , biraz da panelin hazırlık heyecanı ile olsa gerek yarışa dair fazla detay vermedim. Muhabir arkadaşa tüm yarış bilgilerini İznik Ultra resmi sayfasında bulabileceğini söyleyip yanından ayrıldım. Çok da önemsememiştim aslında. Ancak cuma sabah İznik için yola çıkmak üzere iken yayınlanan yazıyı görünce keyfim kaçtı. Üstelik haber yerel düzeyde kalmamış , birçok ulusal sitede ve gazetede yayınlanmıştı. Benim söylemediğim, son derece iddialı sözler, benimmiş gibi yayınlanmıştı. O zaman keşke zaman ayırıp doğru bilgileri verseydim diye düşündüm. Böylesi zor bir yarışta ilk hedefin yarışı bitirmek olduğunu belirtseydim. Hatta bir yarıştan ziyade kişinin kendi fiziksel gücünü sınamasıdır diye üzerine basa basa söyleseydim. Ah Muazzez ah, acemisin işte. Ama olan olmuştu. Yazıları çok fazla kişinin görmemesini dilemekten başka yapacak birşey yoktu. Facebook hesabımda kısa bir düzeltme yazısı yayınladıktan sonra arabaya atlayıp İznik için yola çıktım.
Yol bitmek bilmiyor
Orhangazi 'den ayrılıp İznik yoluna girince, yol bitmek bilmedi. Bu kadar yolu bir de koşarak geçecektik. Oysa bu yolu defalarca bisikletle geçip çok rahat olduğunu biliyordum. Heyecanım katlandıkça katlandı. Kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Sadece 24 saat. Hayatımda o kadar çok zor geçen 24 saat olmuştu ki. Bu da geçecekti. Arabada "Yarıştan keyif almaya bak "diye kendi kendime sayıklıyordum.Maraton fuarına kayıt için geldiğimde, nizami bir şekilde ASİCS şeritleri ile ayrılmış koridordan geçip geçmemekte tereddüt ettim. Sırat köprüsü değil ya, geç işte geç.Bir önceki yıl sadece bilinmeyene karşı duyulan bir heyecan varken, bu yıl ,zorluğu bilmenin getirdiği bir korku da vardı. Derin bir nefes aldım ve bir çırpıda kaydımı yaptırdım, yoksa her an vazgeçebilirdim. Panayır havasındaki ortamın bunda etkisi büyük. Cesaretimi yeniden toplamaya başlamalıydım. Uzun zamandır görmediğim dostlarımı gördüm ve onlarla sohbet etmek bana iyi geldi
Fotoğraf :Ferda FALAY arşivi-Mahmut Yavuz, Ferda Falay
Son bir haftadır çektiğim mide ağrısı nedeniyle hiç iyi beslenememiştim. Hatta 1-2kg bile zayıflamış olabilirdim. Yine de yarıştaki enerji ihtiyacımı düşünüp ,ağrıyı da göze alarak, şampiyon Mahmut 'la yemek yemeğe gittim ve afiyetle köfteleri mideye indirdim. Arsızca üzerine bir de kaymaklı ekmek kadayıfı ile cila çektim. Hiç pişman değilim, hakim bey. Destek için Yalova 'dan gelen arkadaşlarımı gördüğümde ise keyfim iyice yerine geldi. Onlarla kendimi çok daha güvende hissettim. Hepsi ,birçok önceliğini bırakıp benim için buradaydı ve bu fedakarlıklarını karşılıksız bırakmamak için mutlaka 130K tamamlayabilmeliydim Bu kadar çok destekçi ile koşacak tek sporcu bendim galiba. Bir doktor, bir psikolog, bir paramedik ve bir hemşire desteğinde koşmak herkese nasip olmaz. Böyle bir ekiple değil 130 , 1300 bile koşulur ya neyse. Uçma Muazzez, uçma. Yarışa konsantre ol.....
Parti parti...
Makarna partisi çok keyifliydi. Mideler tıka basa köfte ile dolu olunca tek tabak makarna yiyemedik ama olsun, orada o havayı soluduk ya yeter. Bir yanda hoş bir koşu atmosferi, bir yanda İznik gölünde gün batımı.
Eğer sağlıklı bir şekilde bitirebilirsem, kendimi ödüllendirmek için bir haftasonu yeniden buraya gelmeliyim diye düşündüm. Zira konakladığımız oteldeki odanın göl manzarası muhteşemdi ancak ben heyecandan keyfine varamıyordum. Hem otel sahibi duymasın ama yarış nedeniyle tüm oteller dolu olduğu için yarış günü son dakika değişikliği ile 2 kişilik odada 4 kişi kaldık. Neyse ki hepimiz ertesi günün zor geçeceğini bildiğimizden makarna partisinden sonra otele sessizce sızarak , son hazırlıkları tamamlayıp,uykuya daldık. Yine yeterince su içmedim.
Paramedik Ali Akgün ve Hemşire Emsal İbiş. Organizasyonun gönüllü sağlık görevlileri ve benim can dostlarım. Yol boyunca gülen yüzlerini hiç eksik etmediler. Teşekkürler.
Heyecan...
Yarış sabahı uykumu almış ve dinç hissediyordum. Tüm ayak parmaklarımı tek tek ipek flasterle sardım ki uzun yol boyunca su toplamasın. Midem şiddetle ağrımaya devam ediyordu ancak an itibarıyla tüm ağrılara kendimi kapattım, duymuyordum, duymak istemiyordum. Yol boyunca kendime ve diğer sporculara defalarca hatırlatacağım cümleyi ilk kez kendime kurdum "Acı yok, acı yok, hepsi ilüzyon".
Yarışın başlamasına 15 dk kala start alanındaydık. Bu nasıl bir renk cümbüşüdür. Nasıl bir neşedir. Ortamın rengi bana da yansıdı.
Isınmaya vakit kalmadan kendimi kalabalığın ortasında buldum. Nasılsa hızlı koşmayacaktık, yolda kaslarım ısınırdı. Ama etrafımdaki herkes Avatar filminden fırlamış devler gibiydi. Ben ise giderek daha da küçülüyordum. "Çok korkuyorum" diye bağırıyordum kalabalığın içinde . Gözlerim sevgili Mustafa Abi 'yi aradı( Mustafa KIZILTAŞ).Sıcak babacan sesiyle " Muziiiiiiii yaparsın" dese koşup herkesten önce fırlardım. Ama göremedim, başarılar bile dileyemedim. Umarım kendisi de koşarken dizini çok zorlamaz.
Tam da korkularım bedenimi ele geçirmek üzere iken yarış başladı.
Artık geri dönüşü yoktu. Biraz hızlı başladığımı hissettim ancak yavaşlamak içimden gelmedi. Oysa 42K koşanların çoğunlukta olup hızlı gideceklerini biliyordum. Onların temposuna kaptırmamalıyım diye günlerdir kendime talimat veriyordum.
Derbent yokuşunu aralıklarla yürüdüm. Koşabilirdim ancak enerjimi tasarruflu kullanmam gerekiyordu. Öyle ki, sanki bir ara herkes beni geçmiş, en arkada kalmışım gibi hissettim. İlk istasyona kadar uzunca bir çıkış olmasına rağmen çok rahat ulaştım. Kulağımda çalan müziğin etkisiyle etraftaki sesleri çok iyi algılamıyordum. İstasyonda çip okutmak için boş boş bakınırken , Ayşin 'in ağız hareketlerini okuyarak "devam et" dediğini biraz geç de olsa anladım ve ayıldım. Henüz su ya da başka ihtiyacım yoktu. Durmadan devam ettim. Köy çıkışında sırta geldiğimde rüzgarın şiddeti ve yönü değişti, üşümeye başladım. Tepede yolu karıştırıp geri dönen bir grubu gördüm. Bir süre sonra bana yetişip geçtiler.
Foto:İsmet ABLAY arşivi
İnternet ortamında herkesi ismen bilmek, ne kadar hızlı koştuğunu, nerelerde koştuğunu bilmek, ancak yanından geçerken tanımamak ne kötüydü. Konuşup başarılar dilemek isterdim herkese tek tek. Ama kim olduklarını bilmiyordum ki. Yokuşta bir kadın sporcu daha ceylan gibi sekerek yanımdan geçti.(Tabii ki onun da adını bilmiyorum).Koşu stiline bayıldım. Yokuşta parmak ucunda usulca yükseliyordu. Yere dokunmakla dokunmamak arasında. Bu nasıl bir eda , nasıl bir zarafetti. Usulca ve kolayca yanımdan geçip tepeyi aşıp kayboldu. "Vay be" diye gıpta ederek arkasından bakakaldım. Bende öyle koşabilmeyi isterdim. Hem kadın gibi olabilmek hem erkeklerle yan yana gidebilmek. Neyse ,bende çirkin ördek yavrusu modunda kendi "garip"stilimle yola devam ettim.
Derbent yokuşunu aralıklarla yürüdüm. Koşabilirdim ancak enerjimi tasarruflu kullanmam gerekiyordu. Öyle ki, sanki bir ara herkes beni geçmiş, en arkada kalmışım gibi hissettim. İlk istasyona kadar uzunca bir çıkış olmasına rağmen çok rahat ulaştım. Kulağımda çalan müziğin etkisiyle etraftaki sesleri çok iyi algılamıyordum. İstasyonda çip okutmak için boş boş bakınırken , Ayşin 'in ağız hareketlerini okuyarak "devam et" dediğini biraz geç de olsa anladım ve ayıldım. Henüz su ya da başka ihtiyacım yoktu. Durmadan devam ettim. Köy çıkışında sırta geldiğimde rüzgarın şiddeti ve yönü değişti, üşümeye başladım. Tepede yolu karıştırıp geri dönen bir grubu gördüm. Bir süre sonra bana yetişip geçtiler.
Foto:İsmet ABLAY arşivi
İnternet ortamında herkesi ismen bilmek, ne kadar hızlı koştuğunu, nerelerde koştuğunu bilmek, ancak yanından geçerken tanımamak ne kötüydü. Konuşup başarılar dilemek isterdim herkese tek tek. Ama kim olduklarını bilmiyordum ki. Yokuşta bir kadın sporcu daha ceylan gibi sekerek yanımdan geçti.(Tabii ki onun da adını bilmiyorum).Koşu stiline bayıldım. Yokuşta parmak ucunda usulca yükseliyordu. Yere dokunmakla dokunmamak arasında. Bu nasıl bir eda , nasıl bir zarafetti. Usulca ve kolayca yanımdan geçip tepeyi aşıp kayboldu. "Vay be" diye gıpta ederek arkasından bakakaldım. Bende öyle koşabilmeyi isterdim. Hem kadın gibi olabilmek hem erkeklerle yan yana gidebilmek. Neyse ,bende çirkin ördek yavrusu modunda kendi "garip"stilimle yola devam ettim.
Bir de şu fotoğraf çekenler olmasa. Objektiflere yürürken yakalanmamak için neredeyse tüm yokuşları koşmak zorunda kaldım :-)
Bir sonraki noktaya yaklaşırken, yokuş aşağı koşarak beslenmeyi tercih ettim ki 28K mini istasyonunda fazlaca zaman kaybetmeyeyim. Ancak köye gelip kurulan standtaki yiyecekleri görünce, hata mı ettim acaba dedim. Yok yoktu .Mini değil, ikmal noktası sanki. Çaresiz suyumu çeşmeden tamamlayıp, elimde 2-3 parça portakalla tepeyi tırmanmaya başladım. Sağ dizimdeki ağrı inceden kendini hissettirmeye başladı. Çok erken olmadı mı şimdi bu? Yakınımda kimse olmayınca kendi tempomda koşmaya devam ettim. Müşküle 'ye gelince köylü teyzelerin tezahüratı muhteşemdi. Böyle bir ortamda insanın koştukça koşası geliyor. Yol kenarında gülümseyen insanları görmek beni umutlandırmaya başladı. Üstelik çizelgedeki saatlere uyuyordum ve bir sorun da yoktu.Neşemiz 10 numara.
Bir sonraki noktaya yaklaşırken, yokuş aşağı koşarak beslenmeyi tercih ettim ki 28K mini istasyonunda fazlaca zaman kaybetmeyeyim. Ancak köye gelip kurulan standtaki yiyecekleri görünce, hata mı ettim acaba dedim. Yok yoktu .Mini değil, ikmal noktası sanki. Çaresiz suyumu çeşmeden tamamlayıp, elimde 2-3 parça portakalla tepeyi tırmanmaya başladım. Sağ dizimdeki ağrı inceden kendini hissettirmeye başladı. Çok erken olmadı mı şimdi bu? Yakınımda kimse olmayınca kendi tempomda koşmaya devam ettim. Müşküle 'ye gelince köylü teyzelerin tezahüratı muhteşemdi. Böyle bir ortamda insanın koştukça koşası geliyor. Yol kenarında gülümseyen insanları görmek beni umutlandırmaya başladı. Üstelik çizelgedeki saatlere uyuyordum ve bir sorun da yoktu.Neşemiz 10 numara.
Narlıca(42 K) ikmal noktasında destekçi arkadaşlarımı gördüm. Yüzümde kocaman gülümseme. İyi ki varsınız !!!!.Dr.Aylin SAVACI sağlıkla ilgili durumumu sordu. Sanırsam iyiydim, heyecandan ne yaptığımın çok farkında değildim hala. Ve sonra yine dik yokuş. Dizimdeki ağrı daha da belirginleşti. Düşünmemek için sağa sola bakıyordum. Geçen yıl tam bu noktada yağmur şiddetlendiği için çamurla boğuşmaktan doğanın güzelliklerini fark edememiştim. Bu yıl sanki her yer daha yeşil, daha bahar, daha özgür ve mis kokuluydu. Ya da bana öyle geliyordu. Acı yok, acı yok, hepsi ilüzyon. İnişe başladığım noktada Necip'leri yakaladım. Bir süre onların önünde gittim ancak diz ağrım şiddetlenince sık sık durmaya başladım ve bana yeniden yetiştiler. Solöz görünüyor ancak bir türlü yaklaşamıyorduk. Geçen yıl yağmura rağmen burada hiç yavaşlamadan koşmuştum. Of ağrı ya, düş peşimden, koşmak istiyorum ben. Neyse ki çok ciddi bir problem yaşamadan 60 K'ye gelmeyi başardık.
En son 2008 yılındaki Peak Korjenevskaya (7100m) tırmanışı sırasında gözü dönmüş bir şekilde meyvelere böyle şuursuzca saldırdığımı anımsıyorum. Tıpkı kıtlıktan çıkmış gibi.
Bu noktadan sonra destekçilerimi ancak 37 km sonra göreceğimden üstümü değiştirip uzun kollu T-shirt giydim ve öngördüğüm süreden 8 dk önce istasyondan çıkış yaptım. Dinlendiğim sürede dizimin ağrısı da sanki hafiflemişti.
Köy çıkışında tarlaya girmek üzere iken işaretleri görmeme rağmen 8-10 yaşında birkaç çocuk önüme geçip, ısrarla, kolumdan da çekiştirerek yanlış yöne göndermek istediler. Onlar için oyun olduğunun farkındaydım, ancak birinin dalgınlığına gelip başka yöne gidebileceğinden, davranışlarının doğru olmadığını belirterek uzaklaştım. Utanmışlardı. Solöz burnuna kadar tarla yine çamur içindeydi. Anılarım canlandı, daha önce beni en çok zorlayan geçişlerden biriydi bu. Derin traktör izleri çamurla dolmuş, geçiş zorlaşmıştı. Çamur yüzünden defalarca traktör yolundan çıkıp yana geçmek, sonra yeniden yola dönmek canımı sıktı. Neyse ki uzun sürmedi. Dereye kadar tekrar koştum. Dere geçişinde ayakkabımı çıkarmaya karar verdim. Eğer 80K koşuyor olsaydım çıkarmayıp ıslak ayakla koşmaya devam ederdim ancak bir sonraki istasyona gidene kadar hipotermiye girmek istemiyordum. Hem yağmur da yoktu. En fazla 1-2 dakikamı alırdı. Zaman kaybetsem de doğru karar verdiğimi sonra anladım. Koşmaya devam. Asfalta çıktığımda neredeyse hiç durmadan 75K Örnekköy istasyonuna kadar gölün kenarından çok düşük tempo ile devam ettim.75 K istasyonunda yine çok vakit geçirmeden devam ettim. Bu kez öngörülen süreden 45 dk ilerideydim. Üstelik erken geldiğim için hava hala aydınlıktı. Yolu yarıladığımı hatırlayıp kendimi kutladım ve cevizli hurma ile ödüllendirdim. Bu mucizeyi geçen yılki yarış sırasında Selim Tuluk 'tan öğrenmiştim. Kan şekerimin çok düştüğü bir sırada, çekirdeği çıkarılıp içine ceviz yerleştirilen hurmayı bana uzattığında dünyalar benim olmuştu. Elimi çantama götürüp yiyeceğimi alabilecek durumda değilken bana bomba gibi gelmişti. Bu nedenle bu yıl da bol bol içi ceviz dolu hurma düzeneği hazırlamıştım :-)) Her 30 dk da birer bomba tüketilecek şekilde.
Bu noktadan sonra ne olursa olsun yarışı bitirmeliyim diye düşündüm. Biraz üşümeye başladım ancak gore -tex giymek için biraz erkendi. Seralar bölgesinde önümden giden İbrahim Efilti 'ye yetiştim. Sonra beraber koşmaya devam ettik. GPS saatimin şarjı bittiği için artık sadece süreden geçtiğimiz mesafeyi hesaplamaya çalışıyorduk. Uzunca bir süre eğimsiz yolda koştuk. Yaklaştığımız köyün Ilıca olduğunu düşünerek, zeytin budaması yapan bir köylüye ne kadar kaldığını sorduk. "Bu köy Ilıca değil ki, Çakırlı, sizin daha en az 10 km yolunuz var" dedi. Tüm kalelerim yıkıldı bir anda. Yorulmaya başlamıştım ve yol gözümde çok büyüdü. Neyse ki hava henüz kararmamıştı ve aralıklarla da olsa koşabiliyorduk. Ilıca(97 K) ya vardığımızda diz ağrım artık dayanılmazdı. Bir an önce ağrı kesici almalıydım. Öyle ki yokuş aşağı bile koşamaz hale gelmiştim. İstasyona girerken en fazla 15 dk dinleniriz diye planladık ve öyle de yaptık. Benden de iyi asker olurmuş hani. Hülya Koçyiğit gibi koşan, sırtında kocaman askeri çantadan kafası bile görünmeyen bir kadın asker"cik" hayal ettim. İşte ben .Biraz daha koşsam Hollywood filmi bile çekerdim bu kafayla ya neyse. Gülümsedim. Arkadaşlarıma teşekkür ederek noktadan ayrıldık. Çıkışta Bilge Kurt da bize katılıp bundan sonra 3 kişi olarak devam ettik. Hava karardı.
Köy çıkışında tarlaya girmek üzere iken işaretleri görmeme rağmen 8-10 yaşında birkaç çocuk önüme geçip, ısrarla, kolumdan da çekiştirerek yanlış yöne göndermek istediler. Onlar için oyun olduğunun farkındaydım, ancak birinin dalgınlığına gelip başka yöne gidebileceğinden, davranışlarının doğru olmadığını belirterek uzaklaştım. Utanmışlardı. Solöz burnuna kadar tarla yine çamur içindeydi. Anılarım canlandı, daha önce beni en çok zorlayan geçişlerden biriydi bu. Derin traktör izleri çamurla dolmuş, geçiş zorlaşmıştı. Çamur yüzünden defalarca traktör yolundan çıkıp yana geçmek, sonra yeniden yola dönmek canımı sıktı. Neyse ki uzun sürmedi. Dereye kadar tekrar koştum. Dere geçişinde ayakkabımı çıkarmaya karar verdim. Eğer 80K koşuyor olsaydım çıkarmayıp ıslak ayakla koşmaya devam ederdim ancak bir sonraki istasyona gidene kadar hipotermiye girmek istemiyordum. Hem yağmur da yoktu. En fazla 1-2 dakikamı alırdı. Zaman kaybetsem de doğru karar verdiğimi sonra anladım. Koşmaya devam. Asfalta çıktığımda neredeyse hiç durmadan 75K Örnekköy istasyonuna kadar gölün kenarından çok düşük tempo ile devam ettim.75 K istasyonunda yine çok vakit geçirmeden devam ettim. Bu kez öngörülen süreden 45 dk ilerideydim. Üstelik erken geldiğim için hava hala aydınlıktı. Yolu yarıladığımı hatırlayıp kendimi kutladım ve cevizli hurma ile ödüllendirdim. Bu mucizeyi geçen yılki yarış sırasında Selim Tuluk 'tan öğrenmiştim. Kan şekerimin çok düştüğü bir sırada, çekirdeği çıkarılıp içine ceviz yerleştirilen hurmayı bana uzattığında dünyalar benim olmuştu. Elimi çantama götürüp yiyeceğimi alabilecek durumda değilken bana bomba gibi gelmişti. Bu nedenle bu yıl da bol bol içi ceviz dolu hurma düzeneği hazırlamıştım :-)) Her 30 dk da birer bomba tüketilecek şekilde.
Bu noktadan sonra ne olursa olsun yarışı bitirmeliyim diye düşündüm. Biraz üşümeye başladım ancak gore -tex giymek için biraz erkendi. Seralar bölgesinde önümden giden İbrahim Efilti 'ye yetiştim. Sonra beraber koşmaya devam ettik. GPS saatimin şarjı bittiği için artık sadece süreden geçtiğimiz mesafeyi hesaplamaya çalışıyorduk. Uzunca bir süre eğimsiz yolda koştuk. Yaklaştığımız köyün Ilıca olduğunu düşünerek, zeytin budaması yapan bir köylüye ne kadar kaldığını sorduk. "Bu köy Ilıca değil ki, Çakırlı, sizin daha en az 10 km yolunuz var" dedi. Tüm kalelerim yıkıldı bir anda. Yorulmaya başlamıştım ve yol gözümde çok büyüdü. Neyse ki hava henüz kararmamıştı ve aralıklarla da olsa koşabiliyorduk. Ilıca(97 K) ya vardığımızda diz ağrım artık dayanılmazdı. Bir an önce ağrı kesici almalıydım. Öyle ki yokuş aşağı bile koşamaz hale gelmiştim. İstasyona girerken en fazla 15 dk dinleniriz diye planladık ve öyle de yaptık. Benden de iyi asker olurmuş hani. Hülya Koçyiğit gibi koşan, sırtında kocaman askeri çantadan kafası bile görünmeyen bir kadın asker"cik" hayal ettim. İşte ben .Biraz daha koşsam Hollywood filmi bile çekerdim bu kafayla ya neyse. Gülümsedim. Arkadaşlarıma teşekkür ederek noktadan ayrıldık. Çıkışta Bilge Kurt da bize katılıp bundan sonra 3 kişi olarak devam ettik. Hava karardı.
Bitsin bu çile
Ağrı kesicinin etkisi ile ağrım biraz hafiflemişti ve ekibin de enerjisi ile bir süre daha sorunsuz koştuk. Ta ki ben kayıp düşene kadar. Kendimi bir anda çamurun içinde buldum. Sanırım büyük bir hasar yoktu ancak çamurun dayanılmaz kötü bir kokusu vardı. Yoksa sadece çamur değil miydi. Kokarca gibi iğrenç kokuyordum. Her nefesimde kokuyu alıyordum ve kendimden nefret ettim. Üst üste 2-3 kez tökezleyince koşmayı bırakıp yürümeye karar verdik. Aslında koşulacak bir yer de değildi. Yol yoktu, tarladan ilerliyorduk ve budanmış zeytinlerin dalları yerlerdeydi. Tökezlememin sebebi sanırım yolun çok karanlık olmasıydı . Neyse ki Boyalıca 'ya çok kalmamıştı. Planlanan süreden 1,5 saat öndeydik. Umutsuzluğa kapıldığım her an, bunu hatırlayıp rahatlamaya çalıştım. Boyalıca yokuşunda hala koşmaya çalışıyorduk. Eğimin arttığı yerde Selim TULUK yanımızdan araçla geçip selam verdi. Bu bile ne kadar büyük bir destekmiş meğer. Sonra yeniden yürümeye başladık ve istasyona kadar yürüdük.
Ilıca(103 K)'da üstümü değiştirmem kaçınılmaz oldu çünkü çamurlu halim çok kötüydü. Noktada beni bekleyen destekçilerim artmıştı. Bu yarışın en şanslı kişisiydim şüphesiz. Tek bir noktada görme pahasına bile olsa, Mahmut ve Berna Yalova 'dan kalkıp buralara kadar gelmişlerdi. Canım yanıyordu ancak gülümseyerek iyi olduğumu hissetmek istiyordum. Yine domates peynir yiyerek kendime geldim. Süslü püslü jeller yerine peynir ekmek beni daha iyi hissettiriyor desem kimse inanmazdı oysa . Ama gerçek bu. Yarıştan sonra esprisi de uzun sürdü tabii. Bilge ve İbrahim de yavaş yavaş yorulmaya başlamış olmalıydı ki , Boyalıca 'dan çıkıp 1 km kadar koştuktan sonra yine yürümeye başladık. Israrla beni beklemelerine gerek olmadığını, gece yalnız korkmadığımı, koşmak isterlerse gidebileceklerini söyledim ancak yanımdan ayrılmadılar ve üçümüz yola devam ettik. Parkurda beni en çok yoran etap103-121K arası oldu. Çünkü bir süre sonra mide bulantım başladı ve bundan dolayı tek damla su içmeyip, 18 km boyunca böyle devam ettim. Haliyle yol da uzadıkça uzadı . Derin derin nefes alıp, durumu idare etmeye çalıştım. Keyfim kaçtıkça söylenmeye başladım. Kan şekerim de düşmüştü. Huysuzluk ettiğimin farkındaydım ve daha öncesinde hiç tanımadığım , ama bana yoldaşlık eden bu iki insanı da demoralize etmek istemiyordum. Şimdi yalnız olsam , ne güzel dağlara taşlara bakıp içimden söylenip devam ederdim diye düşündüm.Hem giderim , hem ağlarım hesabı.121K Dikilitaş noktasına geldiğimizde artık üçümüz de kötüydük. Kurulan çadırın içinde ısıtıcıyı görünce çok mutlu oldum. "Beklemenize gerek yok, Dikilitaş 'a gelmeyin" diye tembih ettiğim arkadaşlarımı görmek ise muhteşem bir sürpriz oldu. İyi ki beni dinlemeyip gelmişlerdi. Kötü halimizi görüp hepimizi güldürmeye çalışıyorlardı. Mide bulantım devam ettiği için tansiyonumun düştüğünü tahmin ettim ancak kontrolden sonra herşey yolundaydı. O halde mide bulantısını açıklayabilecek tek ihtimal kalmıştı, o da tadını bir türlü sevemediğim enerji jelleri .Yine Primat maymun modundaydım. Muzur Tülin de, bu fırsatı kaçırmayarak video çekimi yaptı tabii. Portakal dilimini ağzıma kadar götüremeyip , ben portakala doğru eğiliyordum. Ne hallere düştük yine. Yarışın kritiğini, çekilen videoları defalarca izleyerek en az bir daha devam ettirecektik, anlaşıldı .Domates peynir yemeden önceki ve yedikten 10 dk sonraki halimi de çektiler tabi. Benim yakıtım tescillendi. Eh ne de olsa halk çocuğuyuz :-))).
Ilıca(103 K)'da üstümü değiştirmem kaçınılmaz oldu çünkü çamurlu halim çok kötüydü. Noktada beni bekleyen destekçilerim artmıştı. Bu yarışın en şanslı kişisiydim şüphesiz. Tek bir noktada görme pahasına bile olsa, Mahmut ve Berna Yalova 'dan kalkıp buralara kadar gelmişlerdi. Canım yanıyordu ancak gülümseyerek iyi olduğumu hissetmek istiyordum. Yine domates peynir yiyerek kendime geldim. Süslü püslü jeller yerine peynir ekmek beni daha iyi hissettiriyor desem kimse inanmazdı oysa . Ama gerçek bu. Yarıştan sonra esprisi de uzun sürdü tabii. Bilge ve İbrahim de yavaş yavaş yorulmaya başlamış olmalıydı ki , Boyalıca 'dan çıkıp 1 km kadar koştuktan sonra yine yürümeye başladık. Israrla beni beklemelerine gerek olmadığını, gece yalnız korkmadığımı, koşmak isterlerse gidebileceklerini söyledim ancak yanımdan ayrılmadılar ve üçümüz yola devam ettik. Parkurda beni en çok yoran etap103-121K arası oldu. Çünkü bir süre sonra mide bulantım başladı ve bundan dolayı tek damla su içmeyip, 18 km boyunca böyle devam ettim. Haliyle yol da uzadıkça uzadı . Derin derin nefes alıp, durumu idare etmeye çalıştım. Keyfim kaçtıkça söylenmeye başladım. Kan şekerim de düşmüştü. Huysuzluk ettiğimin farkındaydım ve daha öncesinde hiç tanımadığım , ama bana yoldaşlık eden bu iki insanı da demoralize etmek istemiyordum. Şimdi yalnız olsam , ne güzel dağlara taşlara bakıp içimden söylenip devam ederdim diye düşündüm.Hem giderim , hem ağlarım hesabı.121K Dikilitaş noktasına geldiğimizde artık üçümüz de kötüydük. Kurulan çadırın içinde ısıtıcıyı görünce çok mutlu oldum. "Beklemenize gerek yok, Dikilitaş 'a gelmeyin" diye tembih ettiğim arkadaşlarımı görmek ise muhteşem bir sürpriz oldu. İyi ki beni dinlemeyip gelmişlerdi. Kötü halimizi görüp hepimizi güldürmeye çalışıyorlardı. Mide bulantım devam ettiği için tansiyonumun düştüğünü tahmin ettim ancak kontrolden sonra herşey yolundaydı. O halde mide bulantısını açıklayabilecek tek ihtimal kalmıştı, o da tadını bir türlü sevemediğim enerji jelleri .Yine Primat maymun modundaydım. Muzur Tülin de, bu fırsatı kaçırmayarak video çekimi yaptı tabii. Portakal dilimini ağzıma kadar götüremeyip , ben portakala doğru eğiliyordum. Ne hallere düştük yine. Yarışın kritiğini, çekilen videoları defalarca izleyerek en az bir daha devam ettirecektik, anlaşıldı .Domates peynir yemeden önceki ve yedikten 10 dk sonraki halimi de çektiler tabi. Benim yakıtım tescillendi. Eh ne de olsa halk çocuğuyuz :-))).
Dikilitaş noktasında tahmin ettiğimizden fazla oyalandık. Isıtıcıya rağmen iyiden iyiye üşümeye başlayınca ben hareket etmemiz konusunda ısrarcı davrandım. Bilge çok isteksizdi ancak bitirmemize çok az kalmıştı ve yola koyulduk. Çıkışta tir tir titriyorduk. Biraz koşmayı denedik ama olmayınca yine hızlı adımlarla yürümeye devam ettik. Dikilitaş 'ta bize katılan Necip oldukça hareketli görünüyordu ve bizi çekmeye çalışıyordu ancak boşuna. Beklemeyip devam etmesini önerdik, kabul etti. Ablamdan gelen telefon mesajı beni kendime getirdi birden. Uzakta da olsalar gecenin bu saatinde beni düşünüyorlardı.
Haydi Bilge , az kaldı
Bilge bize katıldığından beri çok sessizdi ve kendisini hiç tanımıyordum ancak birşeyler yolunda değil gibiydi. Bir süre sonra "Siz devam edin , ben gelirim" dedi ancak İbrahim ve ben onu bu halde bırakmak istemedik. Şehrin girişinde organizasyonun aracı ile karşılaştık. Tatyana 3-4 km kaldı deyince, bu iş oluyor, finişe geliyoruz galiba dedim. Bilge iyice yavaşladı. Artık zorlukla yürüyordu. Biz gidersek orada tek başına kalıp devam edemeyeceğini hissediyorduk. Finişe daha erken girmek bize birşey kazandırır mıydı? Hiç düşünmeden HAYIR. Asıl amaç bitirmek değil miydi ki zaten? Çizelgeymiş, saatmiş, hepsi önemini yitirdi. O halde biz de Bilge 'nin hızı ile devam edecektik. Bu kadar basit.Şehir sokaklarında artık yorgun, üşümüş ancak keyifle yürüyorduk.
Bir süre sonra yanımıza bir polis aracı yaklaştı. Polis memurları bizi finişe kadar araçla götürme teklifinde bulundular. Bu kadar yolu geçip son 2 km'de pes etmek olmazdı. Anlatsak, bu duyguyu anlayabilecek kaç kişi vardı ki? Muhtemelen memur beyler de anlamadı zaten.Öncesinde birbirini tanımayan üç kişi saatlerdir yan yana koşmuş, artık kol kola gidiyorduk. Bunun nasıl bir yoldaşlık olduğunu orada olup yaşamayanlar asla bilemez, anlayamaz.
Sur kapısına geldiğimizde,yol boyunca desteğini bir dakika bile esirgemeyen can dostlarım Esra, Tülin, Emsal, Ali ve yarışı tamamlayan şampiyonlar Mahmut Yavuz ve Mustafa Poyraz bizi karşılayıp son 1K'yı yürüyerek bize eşlik ettiler
Sur kapısına geldiğimizde,yol boyunca desteğini bir dakika bile esirgemeyen can dostlarım Esra, Tülin, Emsal, Ali ve yarışı tamamlayan şampiyonlar Mahmut Yavuz ve Mustafa Poyraz bizi karşılayıp son 1K'yı yürüyerek bize eşlik ettiler
Gece saat 03:30.Onlarla birlikte tüm ağrılarımı, yorgunluğumu unuttum. Pamuklara sarıp sarmalanmış gibi hafif hissettim, hiç koşmamışçasına. Dostluk böyle bir şey. İyi ki hayatımda varlar ve bu güzel organizasyona onlarla katılmışım.
Şehirde herkes uyurken, biz yaşama yeni uyanıyorduk sanki. Finişte hepimiz el ele. Teşekkürler sevgili ailem, teşekkürler sevgili dostlar, teşekkürler Macera Akademisi ve emek veren herkes.
19 saat 53 dakika.......
Şehirde herkes uyurken, biz yaşama yeni uyanıyorduk sanki. Finişte hepimiz el ele. Teşekkürler sevgili ailem, teşekkürler sevgili dostlar, teşekkürler Macera Akademisi ve emek veren herkes.
19 saat 53 dakika.......
Yine olsa, yine koşarız ....belki biraz nayıf , ama herkesin yüreğini yanımızda taşıyacak kadar cesur. Kadınca, başarmanın gururuyla.....büyüyerek.......